Demiryollarının Yeniden Yapılandırılması Süreçleri Rapor Özeti
Eklenme Tarihi: 24/10/2022
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası tarafından hazırlanan raporun tamamına
erişmek için tıklayınız.
Giriş
Ulaştırma tüm ekonomiler açısından
vazgeçilmez bir önem taşımaktadır. Çünkü ulaştırma hemen hemen tüm sektörler
üzerinde bir hızlandıran etkisi oluşturmaktadır. Bir ülke açısından
ihtiyaçlarına uygun olarak doğru biçimde kurulmuş ve örgütlenmiş
geliştirilebilir bir ulaştırma sisteminin varlığı o ülkenin gelecekle ilgili
iddialarını gerçekleştirmesinin bir gerekliliği olmasının yanı sıra mevcut
durumda da kaynaklarını rasyonel kullanmasının bir aracı niteliğindedir.
1970’lerin ortasından itibaren dünyada
uygulama alanı bulan neo-liberal politikalar “hantal devlet” söylemi altında “serbestleştirme,
özerkleştirme, özelleştirme ve deregülasyon” araçları ile kamusal hizmet
alanlarının piyasaya açılmasına ve bu alanlarda kamu denetiminin etkisiz hale
getirilmesine yönelik olarak sürdürülmüştür. Bu politikaların en önemli
özelliği bütünü parçalara ayırma ve bu parçaları ayrı ayrı bütünü gözetmeksizin
inceleme konusu yapma niteliğidir.
Ülkemizde demiryolları da bu sürecin
bir parçası durumundadır. Özellikle 1980 sonrasında ülkemizde kamu alanında
hızla gelişen taşeronlaşma ve alınabilecek tüm hizmetlerin dışarıdan alınmasına
yönelik adımlar, 1990’lı yılların 2. yarısı ile birlikte Avrupa Birliği süreci
ile de bağlantılanarak demiryollarımızda da atılmıştır.
25 yıla yakın bir süredir devam eden
bu süreç, her geçen yılda yeni bir boyut kazanmakta ve bir bütün halinde
demiryolu sistemi her seferinde farklı bir boyutuyla can çekişmeye devam
etmektedir.
Bu çalışmada demiryollarında yeniden
yapılanma çalışmaları ve yarattığı sonuçlar incelenecek ve
değerlendirilecektir.
1.
Demiryollarında Yeniden
Yapılanma
Demiryolu
sistemi açısından son 25 yıla damgasını vuran süreç hiç kuşku yok ki sistemin
yapısal dönüşümünü içeren reorganizasyon çalışmaları ya da sık kullanımı ile
yeniden yapılanma sürecidir. Elbette değişim ve değişen koşullara uyum sağlamak
büyük önem taşır, ancak sürekli aynı şeylerin söylenmesine karşın 25 yıl
boyunca süreci bir türlü tamamlayamamış olmak üzerinde dikkatle düşünülmelidir.
Demiryolu
sisteminin reorganizasyonuna ilişkin çalışmaların AB sürecine koşut olarak
90’lı yılların ikinci yarısında yeni bir aşamaya geçtiği ve 2000’li yıllar boyunca
günümüze kadar da değişik söylem ve şekillerde devam ettiği görülmektedir.
Bu
politikaların dikkat çeken ve belki de en çok tartışma yaratan özelliği;
başlangıçtan bu yana her alan, mekân, durum ve şartta geçerli olacağına
inanılan tek tip bir politikanın savunula gelmesidir.
Bu
bağlamda reform çalışmaları, demiryolu sisteminde nihai olarak mali açıkların
azaltılması, etkinliğin artırılması ve hizmet kalitesinin yükseltilmesi amacına
hizmet eden bir araç olarak sunulmaktadır. Tanımlanan reform sürecini, tarihsel
gelişim içindeki uygulamaları da dikkate alarak iki ana çerçevede
sınıflandırmak mümkündür. Bunlardan ilkini demiryollarının yönetiminde devlet
müdahalesinin azaltılması; ikincisini ise demiryolu sektörünün rekabete
açılması oluşturmaktadır.
Reformlar
çerçevesinde sektörün serbestleştirilerek sektör içi rekabetin sağlanması
yönünde adımlar atılmış; altyapı ve işletme faaliyetlerinin ayrıştırılmasıyla
yolcu/yük taşımacılığı hizmeti vermek isteyen bağımsız demiryolu işletmelerinin
pazara girişine olanak tanınmıştır.
Ülkeden
ülkeye değişmekle birlikte reformlar çerçevesinde, borçların yapılandırılması,
kamu hizmeti yükümlülüklerinin yeniden düzenlenmesi, serbestleşme faaliyetleri
ile sektörün denetim ve gözetimi için düzenleyici otorite oluşturulması gibi
farklı pek çok uygulama peşi sıra veya eş zamanlı gerçekleşebilmektedir.
Bu
temel çerçevede, Avrupa Topluluğu ülkelerinin demiryollarını geliştirmelerini
teşvik eden ortak kuralların
oluşturulması konusundaki en somut adım 29 Temmuz 1991 tarih ve 91/440
sayılı Konsey Yönergesidir (Direktifi). Bu temel yönergeyi diğerleri izlemiş ve
Avrupa Topluluğu demiryolları için bir yeniden yapılanma yol haritası
oluşmuştur.
2.
Türkiye Demiryollarında
Serbestleşme ve Yeniden Yapılandırma Çalışmaları
Son
25 yılda yeniden yapılanma kapsamında ülkemizde birçok çalışma yapılmıştır. Kabaca
özetlemek gerekirse, Avrupa Birliği (AB) ve Dünya Bankası kaynaklı hibe ve
kredilerle birlikte öz kaynakla finanse edilen projelerde; 10 milyon Euro’yu
aşan bir bütçe ile AB müktesebatına uygun olarak Türk demiryolu sektörünü
serbestleştirip rekabete açması beklenen bir süreç ortaya konulmuştur.
Bu
süreçte; ticaretin serbestleştirilmesi ve küreselleşme çerçevesinde atılan ilk
önemli adım; 1995-1996 tarihleri arasında Dünya Bankası (DB) fonlarından
sağlanan hibe ile Booz-Allen & Hamilton Firmasınca yürütülen çalışmalardır.
Çalışmalar Kurum içerisinde önemli tartışmalara neden olmuşsa da yapısal
dönüşüme gidilmemiştir.
2000’li
yıllarla birlikte yeniden yapılanma süreci tekrar gündeme taşınarak
hızlandırılmıştır. 2002 yılında AB desteği ile Halcrow Firmasınca, Booz-Allen
& Hamilton Firmasının çalışmaları sonradan yürürlüğe giren AB müktesebatına
uyum açısından değerlendirilmiştir.
Yapılan
farklılık analizi sonuçlarına göre 2003-2008 yıllarını kapsayan bir eylem planı
hazırlanmış ve buna uygun olarak AB’nin finansal desteğiyle (4.264.000 €’su AB
hibesi, 477.000 €’su ulusal kaynak olmak üzere 4,741.000 €) yeniden yapılanma
çalışmaları başlatılmıştır.
Çalışmalar
kapsamında birçok belge ve rapor hazırlanarak sistemin yeniden
yapılandırılmasına yönelik gerekli yol haritası oluşturulmuştur.
Tüm
bu süreçte önerilerin birçoğunun hayata geçirildiği görülmektedir. Ayrıca 2000-2020 döneminde TCDD yatırım bütçesinden
cari fiyatlarla 57,6 Milyar TL, Kamu Sabit Sermaye Yatırım Deflatörleri ile
deflate edildiğinde 2020 yılı fiyatları ile 108,7 milyar TL harcama yapılmış, söz
konusu yatırım büyüklüklerinin üzerine işletme bütçelerini de eklediğimizde;
2000-2020 arasındaki dönemde demiryolu sektörüne 200 Milyar TL’ye yakın kaynak
aktarılmıştır. Bu süreçte; yeni demiryolu hatları yapılarak 2023 yılına kadar
demiryolu uzunluğunun 25.000 km’nin üzerine çıkarılması hedefinin oldukça
gerisinde kalındığı gözlenmekle birlikte, 2000 yılında 10.922 km olan toplam
demiryolu uzunluğu 2020 yılı sonu itibariyle 1.213 km’si YHT hattı olmak üzere
12.803 km’ye çıkmıştır.
Bunlara
karşın, 20 yılı aşkın sürecin sonrasında halen yük taşımalarının %87’si, yolcu
taşımalarının ise %95’i yine karayolu ile gerçekleştirilmektedir.
Bu
süreçte görev zararları artmaya devam etmiş ve bu zarar, yine bu süreçte hızla
arttırılarak 2020 itibarı ile 100 milyar TL’ye ulaşan ödenmiş sermaye ile bir
nevi kamufle edilmiştir.
Kurumsal
ayrışmanın işletme oranı üzerinde de beklenen faydayı sağlamadığı
gözlenmektedir. Son 4 mali yılın toplam demiryolu işletme oranı yaklaşık 2
olarak gerçekleşmiştir. Öte yandan aynı dönemde tüm demiryolu sistemi; cari
fiyatlarla, 15 milyar TL zarar etmiştir.
Milenyum
süresince mali durum irdelendiğinde ise daha karışık bir tablo ile
karşılaşılmaktadır. Tüm demiryolu sisteminin toplam bütçesi bu dönemde cari
fiyatlarla 30, 2020 yılı fiyatları ile 80 milyar TL açık vermiştir. Yatırım
bütçesi ile birlikte değerlendirildiğinde demiryolu sisteminin milenyum
süresince gelirleri (Sübvansiyonlar dahil) düşüldükten sonra Hazineye olan yükü
cari fiyatlarla 90, 2020 yılı fiyatları ile ise 180 milyar TL’ye ulaşmıştır.
Değerlendirme
Demiryollarının
yeniden yapılanma süreçlerinde, söylemde farklı olmakla birlikte ulaşılmak
istenen temel amacın, demiryolu ulaştırmasında da neo-liberal politikalara
koşut bir yapının kurulması ve demiryolu ulaştırmasının da piyasa koşullarında
çalışmasının hedeflendiği görülmektedir. Aslında çıkarılan yasalar ve hayata
geçirilen uygulamalarla zaten önemli ölçüde kurumsallaşan bu yapı 25 yıllık
süreçte kamusal alanın talanından başka sonuç vermemiştir.
Bu
süreç içerisinde; neo-liberal politikalar doğrultusunda yeniden şekillendirilen
yapıların sosyo-ekonomik, siyasal, psikolojik vb. etkileri üzerinde hiç
durulmadığı gibi piyasa koşullarında çalışması öngörülen yapıların ekonominin
diğer alanlarına etkileri de göz önüne alınmamıştır. Neo-liberal politikaların
amacı, “hantal devlet” söylemi ile tanımlanan devletin rolünün sermayenin etki
sahası dışında kalan alanları da kapsayarak, “özelleştirme” aracının tüm
kamusal hizmet alanlarında genişletilerek uygulanması yoluyla kamu kesiminin
küçültülmesi olarak biçimlenmektedir.
Bu
süreçte özelleştirme, dayanışmacı ekonomik yapılar yerine her biri ayrı ayrı
düzlemlerde olduğu ön kabulü ile tüm yapıları piyasacı mantığa terk etmenin
aracı, buna yönelik yapılan yeniden yapılanma çalışmaları ise özelleştirme
öncesi oluşabilecek engellerin giderilebilmesine yönelik çalışmalar niteliğine
bürünmüştür.
Bu
çerçevede küreselleşme tasarımına uygun olarak rekabet ve piyasa hızla
kutsanırken yüzyılları bulan sınıf mücadelelerinin bir kazanımı olan gelişkin
kamu hizmetleri, dayatılan politikalar sonucunda hızla eritilmiş özel sektöre
ait büyük tekellerin oluşumu ise görmezden gelinmiştir.
Bu
bağlamda, demiryolları ve bir bütün olarak ulaştırma sisteminin, toplumsal
faydanın sağlanması açısından, bu bakış açısının aksine bütüncül ve kamucu bir
bakış açısına ve bu bakış açısıyla müdahaleye ihtiyaç duyduğu açıktır.
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası
tarafından hazırlanan raporun tamamına erişmek için tıklayınız.